Bankın birinde oturuyorum bir başıma. Başımın üzerinde kurşuni bir gökyüzü, etrafımda soğuk bir rüzgar. Nerede olsa tanırım bu serin esintiyi ve taşıdığı iç sıkıntısını. Besbelli İstanbul'dayım. Sonbaharın başındayım. Devam ediyorum Kadıköy'ün sabah sakinliğini izlemeye rıhtmın bir kösesinden.Karşımda bütün ihtişamıyla Topkapı sarayı duruyor. Boğazda vapurlar, vapurlarda martılardan kuyruklar, süzülüyorlar hep beraber....
Biraz dinlenip, ruhuma huzur depolayıp Kadıköy melankolisinde geri dönüyorum oturduğum banka.Bugünlük hazırım diyorum kendime ve dalıyorum içinde yaşadığım hayalin orta yerine...Her gün hemen hemen aynı burada. İlginç bir şekilde havalar bile emirle değişiyor sanki, gününde. Ekim olmadan bir kez bozmayan hava ekim ayı başlar başlamaz sert bir sonbahar halini alıveriyor. Yazlıklar çıkıyor, kışlıklar geliyor yerlerine tam gününde. Bu olaylar burasının gerçek olmadığına biraz daha inanmamı sağlıyor. Omuz silkip başlıyorum çalışmaya her gün yaptığım gibi. Yapılan işler saati saatine aynı. Zamansız bir eylemin kurdukları bu saati bozacağından korkuyorlar heralde diye düşünüyorum. Ama bunu bile her gün aynı saatte, aynı işi yaparken düşünüyorum.... İçime işliyorlar gün be gün, sadece ara ara kaçamaklarla kurtarmaya çalışıyorum artık rengi kaçıp siyah beyaza çalan ruhumu...
Ruhumla beraber bende değişiyorum. Hasetlik başgöstermeye başlıyor içimde, önyargılar bitiyor beynimin her yerinde mantar misali. Eskisi gibi bakamadığımı farkediyorum artık insanlara.
Misal bir kadın var burada, hanımefendi diye çağırılıyor kocasının rütbesi gereği. Sinir oluyorum hiçbir vasfı olmayan birine bu kadar abartı saygı göstermeye. Elimden birşey gelmiyor, konuşmaya mecbur kaldığım zamanlarda bende hanımefendi diyorum. Oğluna gitar dersi veriyorum, düzenledikleri kadınlar matinelerinde gitar çalıyorum düğüncülerin arkasında. Sonra bir bakıyorum beni çağırmış gitar dersi istiyor kendisi için. Başlıyoruz hem derse hem muhabbete. Düşman ilan ediyorum yıllar sonra birilerini kendime. İlk başta kendime ihanet ettiğimi düşünüyorum düşmanla muhabbet ettiğim için.Sonra biraz kendime gelip ne dediğini dinliyorum rütbeli ev hanımının.Sonra utanıyorum kendimden ve önyargımdan. O etrafında ölen askerlerden, evliliği gereği yaşamak zorunda olduğu yerlerden, çocuklarının psikolojisinin bozulmaması için nasıl çırpındığından bahsediyor bense kısa süreli sürgünlüğüm yüzünden yakınıp duruyorum. Tasvip etmiyorum ne kocasının işini ne de içinde yaşadığı hayal alemini ama saygı duyuyorum birden bu kadına. Kim daha güçlü diyorum kendi kendime... Onu yakından tanıdıkça askerlere kendi çocuklarıymış gibi davranıp koruduğunu görüyorum daha da utanıyorum iftiralarım ve nefretim yüzünden...
Bazı akşamlar içim karmakarışık bir halde, kendimden ve önyargılarımdan nefret eder halde dönüyorum yeraltındaki evime. Bazı akşamlarsa hayal dünyasında misali sarhoş, esrik bir halde iniyorum yerin dibine. Gece nasıl biterse bitsin sabah aynı bankta başlıyorum güne yine bir başıma, yine hayalle gerçeğin karıştığı olmayan bir yerde......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder