Beni anlayabilecekken çekip gittiler...
Tam da onlara sırlarımı açmaya çalışıyordum, farketmediler... Öylece gittiler ve ben arkalarından bakakaldım...
Sıradanlaşacaktı oysa ki acılarım. Kendimden, anılarımdan, acılarımdan bahsedip rahatlayacak, nasihatler alacaktım.Halbuki her insan bilir geçmişindeki delikleri, hatalarının sebeplerini. Bilmezden gelmeye çalışsa bile en derinde birisi tutar bu yanlışların defterini...Olsun, ben yine de nasihatler alacaktım, sağlamasını yapacaktım hatalarımın.Adetten de olsa, "Nerede yanlış yaptım!" diyecektim. Zor da olsa içimde ki beni gösterecektim onlara, çıplak kalacaktım karşılarında ne kadar onur kırıcı, ne kadar gereksiz olursa olsun! Sadece herkes gibi olduğumu görüp rahatlayacaktım.Ölmek, kendini öldürmek biraz daha kolay gelecekti ve bir sigara daha yakacaktım, ama olmadı...Öylece bırakıp gittiler beni kafamdaki şeytanlarla....
Hep böyle olmamışmıydı şimdiye kadar. Hep son kalan ben olmamışmıydım kendisiyle başbaşa...
Kendileri, kendi hayatlarına dair biraz da olsa konuşmuş, biraz olsun rahatlamışlardı. İçmişlerdi, acıları büyüktü ve uyumak, unutmak zorundaydılar yarına biraz olsun zinde uyanabilmek için. Halbuki ben bilirim; gerçek acı, gerçek sıkıntı yarını düşünmez, yorgunluğu yoktur. Sadece eriteceği bedeni bilir. Uzun geceler daha bir katlanılmaz olur bilmek kelimesi hayatına girince insanın. Ders alacağım bundan sonra diyerek pansuman yapmak, acını hafifletmek ister insan, bünyensi kabul etmez. Bir kere alışınca, acı çeker insanın canı, onsuz yapamaz.
Sıkışıp kalır belkilerle keşkelerin arasına çıkış yolunu bile bile.Çıkışı bile bile döner durur o labirentin içinde.Ekmek gibi, su gibi olmuştur acı dediği şey onun için. Arkadaş, dost olmuştur yalnızlık dediği. İster ama kimseye anlatamaz derdini. Kemirir etini kemiğini çilesi. Ne bir aşk ne gerçek bir dost besleyebilir artık onu içindekilerle beslenen kurt gibi. Meşkin yerini aşk alır... Hep uzakta olan sevilmeye layıktır. Hep uzakta olmak lazımdır değerli olmak için. Yakına gelince ne çabuk yıkıldığını bilir çünkü en naif dünyaların.Ne kazanmak için ölmeyi, ne kaybetmek için yaşamayı ister artık köhne bedeni.Kahramanlıklar anlamını yitireli çok olmuştur onun için. Sadece bulunduğu yerde kalmak ister.Daha fazla parçaya bölünemeyecek kadar çok kırılmıştır kalbi çünkü. Artık sadece seyircisi olduğu bir hayat vardır ve bu şekilde de olsa sürmesi gerekiyordur yaşamın. Artık sadece o ve kafasında ki şeytanlar vardır......

19 Kasım 2010 Cuma
12 Kasım 2010 Cuma
Cedidname Vol.9 (Talihsiz Serüvenler Dizisi)
Oysa herşey çok güzel gidiyordu.... Askerde olmama rağmen olabilecek en kolay şekilde atlatıyordum bu zor günleri derken; birden üzerimde, beni belalardan koruyan ilahi şemsiye yer değiştiriverdi sanki......
Her şey çarşı iznine çıktığımızda iki arkadaşımla birlikte içmek istememizle başlamıştı.... Asker olduğumuz için bu tarz aksiyonlar bizim gibi devlet mallarına yasaklanmıştır. Birliklerine döndükleri zaman alkolünde etkisiyle gaza gelmiş askerler tarafından vurulmamak için komutanları tarafından koyulmuş bu kurala genelde askerler uyarlar yada gaza gelmeyecek kadar az içerler. Oysa o gün çığrımızdan çıkmış, her türlü belayı göze almış ve resmen alkol krizine girmiştik. Sansüre uğradığımızı bile bile şehir merkezinde ki açık birahanalere yada barlara girip şansımızı deniyorduk. Fakat sanki askeriye görünmeyen- daha doğrusu sadece bizim göremediğimiz- bir damga basmıştı alnımıza. Girdiğimiz her mekanda önce memleketimiz soruyorlar sonra acıyan gözlerle nazikçe bizi kapı dışarı ediyorlardı. Ne olduğunu anlamamıştık. Güya üçümüzde büyük şehirden gelmiştik ve kendimizce kurnaz, yol yordam bilen insanlardık. Yıllarca İstanbul'da binbir zorlukla kazandığımız gece hayatı tecrübesi bir Amasya öğleden sonrasında, hemde hafta içi bir gün heba oluvermiş, gururumuz meze bile olamamıştı. Biraz daha çabaladıktan sonra Maydonuz isminde bir mekan bulmuştuk. Kapıda kimseler olmadığından rahatça içeri girip alt kata indik. Görünüşe göre bir Efes Pub keşfetmiştik ve susuzluğumuzu doyasıya giderebileceğimiz kusursuzlukta loş ve geniş bir mekandı. Girişte bulunan barda bir iki çalışandan başka kimseleri görmemiş ve boş masalardan birine hızlıca oturmuştuk. Eğer masaya gelipte memleketimizi sormazlarsa kazanmış olacaktık. Garson geldiğinde hepimiz ağzından çıkacak ilk lafa dikkat kesilmiştik. Ömür gibi gelen bir sessizlik sonunda ne içmek istediğimiz sormuştu. Kazanmıştık..... Sevinç içinde bira siparişlerimizi verdik ve beklemeye başladık. Mekanda anlamlandıramadığımız bir gariplik vardı fakat buna kafa yormak işimize gelmediğinden gelecek biralara konsantre olmuştuk. Biralar geldikten birkaç dakika sonra mekanın karanlık köşelerinden birinden üzeride sadece vücudunun küçük bir kısmını örten bir kumaş parçası olan iri kıyım bir hatun çıktı ve masamıza gelip hepimizle el sıkışmıştı. Biz daha olayın şokunu atlatamadan başka bir köşeden karşımızda duran kadına benzeyen başka bir mahluk çıkmış ve barın arkasına geçmişti. Karanlık köşelerde vampir misali gölgelere gizlenmiş birkaç kişiyi de bu hareketlilik sonrasında sezmiştik. Masadaki biraya gelen dandik ötesi çereze ve masamıza bizimle tanışmak için gelen hatun iyi olmayan şeylerin sinyalleriydi. Az önceki emsalsiz neşemiz yerini yapmacık gülüşlere bırakmıştı. Resmen bir pavyona gelmiştik ve gün içinde meze olan tecrübemiz hepimize biraz daha burada oturursak başımıza büyük dertler açabileceğimiz söylüyordu. Tam biraları hızlıca tüketmek üzereydik ki mekana bir sivil polis girmişti. Elince telsizi, tedirgin edici bakışlarıyla bir süre masamızı süzmüş ve yavaş yavaş hareketlenmeye, bardakilere bizi sormaya başlamıştı ki flash gordon'u bile kıskandıracak bir hızda biramızı içip mekanı terketmiştik. Kendimizi dışarı atıp biraz silkelendikten sonra birliğimize gidip yaşananları unutmaya karar vermiştik ama alkol, bütün kötülüklerin kutsal anası alkol, içimizde bir ukte olarak kalmıştı.
Olaydan bir gün sonra mesai bitiminde tam mağramıza (koğuş bölgesi) çekildiğimiz sırada kanımızda ki o hain bira kendisini hatırlatıp beynimize cesaret pompalamaya başlamıştı.
- Nasıl olsa buraya kimse bakmaz, komutanlar buraya sıkça inmez, biraz içsek birşey olmaz ! diye fısıldıyordu beynimizin içine içine. Bir gün önce gelen uyarıdan nasibini almamış maceraperestler olarak başarışı bir operasyon sonucu içeriye 100'lük bir votka sokmuş, başarıyla ve çerezler eşliğinde içmiş, şişeyi ve kalan delilleri çöpün derinliklerine gömmüş, rahatça televizyon seyrederek geceyi noktalamıştık. İçimizdeki şeytanlar biraz olsun sakinleşmişlerdi ve tek yapacak şey gece nöbete olaysız bir şekilde çıkıp geri dönmekti ama olmadı...... Bütün bu güzel rüya, başarılı operasyon, silah kontrolü yapacak astsubaya 15 metre kala komutanın:
- İçkilimisin evladım ? sorusuna refleksif olarak verilen
- Evet komutanım ! cevabıyla kabusa dönüşmüştü........
Sonrasında güneş doğana kadar yapılan sorgu, tehditler, askeri hapishanede yatılacak 30 günün korkunç düşünceleriyle boğuşarak geçen saatler ve sabaha karşı;
- Siz efendi askerlersiniz, bir daha yapmayınız lütfen! cümlesiyle birlikte çöplükten çıkarılan votka şişesinin bize geri verilmesiyle üst mercilere bildirilmesi sonucu felakate dönüşebilecek bir olayın hafif sıyrıklarla atlatılması olarak olay zihinlerimize silinmeyecek bir şekilde kazınmıştı...
Tabi ki biz, daha doğrusu ben artık daha ne olabilir diye düşünüp bu kötü olaylar silsilesinden kurtulduğumu zannediyordum ki; Nöbet tuttuğum serin bir Amasya akşamında sigara aldırmak için silah arkadaşlarımın nöbetçi astsubay olan hatun kişiden habersiz dışarıya yolladıkları şahıs, ensesinde alayın en vahşi uzman çavuşlarından biriyle gelince henüz daha yaşayacağım maceraların olduğunu en derinimden sezmiştim.Üstüne üstlük bu arkadaşın üzerinden birde cep telefonu çıkmıştı ve bu müthiş olayı askeri gazino personeli olarak sabaha kadar şınav çekerek ve koşarak kutlamıştık.
Bu yaşadığım olayların sonuçları bana çarşı izinlerinin iptali ve yoğun bir nöbet mesaisi olarak geri dönmüşken bir kaç gün sonra askeri bir araç beni almak için askeri gazinoya gelmişti. Gelen komutan beni mahkemeye götürmek için geldiğini söylemiş ve beni derin bir şoka sokarak
-Hayırdır komutanım, bu seferde birinimi öldürmüşüm? şeklinde laubali bir soru sormama sebep olmuştu. Sebep asker kaçağı olarak geçen günlerimin devlet tarafından nasıl değerlendirileceğini belirleyecek olan bir mahkemeydi. Sanık kürsüye çıkmış ve
-Uzun dönem askermisiniz ? sorusuna
-Evet upuzun! şeklinde cevap vererek hakimi derinden etkilemeyi başarmıştı....
Artık başıma daha ne gelebilir diye merakla bekleyip, günlerin bana katacağı yeni tecrübeleri kucaklamaya hazırlanıyordum ertesi gün.
"İçkili yakalanmak" diye düşünüyordum. Bir sürü ceza nöbeti ve tantana
"Nöbetçiyken dışarıya kaçak adam salmak" diyordum. Belki bir mahkeme ve 4 gün ceza
"Pavyonda yakalanmak" belki bir süre dışarı çıkamama cezası
"Asker kaçağı olarak geçen günlerim" diyordum. Belki bir milyar civarı bir para cezası
Bunları düşünürken "yanlışlıkla çöp bidonuna bir arkadaşımı sokarken komutana yakalanmak. Paha biçilemez.........
Her şey çarşı iznine çıktığımızda iki arkadaşımla birlikte içmek istememizle başlamıştı.... Asker olduğumuz için bu tarz aksiyonlar bizim gibi devlet mallarına yasaklanmıştır. Birliklerine döndükleri zaman alkolünde etkisiyle gaza gelmiş askerler tarafından vurulmamak için komutanları tarafından koyulmuş bu kurala genelde askerler uyarlar yada gaza gelmeyecek kadar az içerler. Oysa o gün çığrımızdan çıkmış, her türlü belayı göze almış ve resmen alkol krizine girmiştik. Sansüre uğradığımızı bile bile şehir merkezinde ki açık birahanalere yada barlara girip şansımızı deniyorduk. Fakat sanki askeriye görünmeyen- daha doğrusu sadece bizim göremediğimiz- bir damga basmıştı alnımıza. Girdiğimiz her mekanda önce memleketimiz soruyorlar sonra acıyan gözlerle nazikçe bizi kapı dışarı ediyorlardı. Ne olduğunu anlamamıştık. Güya üçümüzde büyük şehirden gelmiştik ve kendimizce kurnaz, yol yordam bilen insanlardık. Yıllarca İstanbul'da binbir zorlukla kazandığımız gece hayatı tecrübesi bir Amasya öğleden sonrasında, hemde hafta içi bir gün heba oluvermiş, gururumuz meze bile olamamıştı. Biraz daha çabaladıktan sonra Maydonuz isminde bir mekan bulmuştuk. Kapıda kimseler olmadığından rahatça içeri girip alt kata indik. Görünüşe göre bir Efes Pub keşfetmiştik ve susuzluğumuzu doyasıya giderebileceğimiz kusursuzlukta loş ve geniş bir mekandı. Girişte bulunan barda bir iki çalışandan başka kimseleri görmemiş ve boş masalardan birine hızlıca oturmuştuk. Eğer masaya gelipte memleketimizi sormazlarsa kazanmış olacaktık. Garson geldiğinde hepimiz ağzından çıkacak ilk lafa dikkat kesilmiştik. Ömür gibi gelen bir sessizlik sonunda ne içmek istediğimiz sormuştu. Kazanmıştık..... Sevinç içinde bira siparişlerimizi verdik ve beklemeye başladık. Mekanda anlamlandıramadığımız bir gariplik vardı fakat buna kafa yormak işimize gelmediğinden gelecek biralara konsantre olmuştuk. Biralar geldikten birkaç dakika sonra mekanın karanlık köşelerinden birinden üzeride sadece vücudunun küçük bir kısmını örten bir kumaş parçası olan iri kıyım bir hatun çıktı ve masamıza gelip hepimizle el sıkışmıştı. Biz daha olayın şokunu atlatamadan başka bir köşeden karşımızda duran kadına benzeyen başka bir mahluk çıkmış ve barın arkasına geçmişti. Karanlık köşelerde vampir misali gölgelere gizlenmiş birkaç kişiyi de bu hareketlilik sonrasında sezmiştik. Masadaki biraya gelen dandik ötesi çereze ve masamıza bizimle tanışmak için gelen hatun iyi olmayan şeylerin sinyalleriydi. Az önceki emsalsiz neşemiz yerini yapmacık gülüşlere bırakmıştı. Resmen bir pavyona gelmiştik ve gün içinde meze olan tecrübemiz hepimize biraz daha burada oturursak başımıza büyük dertler açabileceğimiz söylüyordu. Tam biraları hızlıca tüketmek üzereydik ki mekana bir sivil polis girmişti. Elince telsizi, tedirgin edici bakışlarıyla bir süre masamızı süzmüş ve yavaş yavaş hareketlenmeye, bardakilere bizi sormaya başlamıştı ki flash gordon'u bile kıskandıracak bir hızda biramızı içip mekanı terketmiştik. Kendimizi dışarı atıp biraz silkelendikten sonra birliğimize gidip yaşananları unutmaya karar vermiştik ama alkol, bütün kötülüklerin kutsal anası alkol, içimizde bir ukte olarak kalmıştı.
Olaydan bir gün sonra mesai bitiminde tam mağramıza (koğuş bölgesi) çekildiğimiz sırada kanımızda ki o hain bira kendisini hatırlatıp beynimize cesaret pompalamaya başlamıştı.
- Nasıl olsa buraya kimse bakmaz, komutanlar buraya sıkça inmez, biraz içsek birşey olmaz ! diye fısıldıyordu beynimizin içine içine. Bir gün önce gelen uyarıdan nasibini almamış maceraperestler olarak başarışı bir operasyon sonucu içeriye 100'lük bir votka sokmuş, başarıyla ve çerezler eşliğinde içmiş, şişeyi ve kalan delilleri çöpün derinliklerine gömmüş, rahatça televizyon seyrederek geceyi noktalamıştık. İçimizdeki şeytanlar biraz olsun sakinleşmişlerdi ve tek yapacak şey gece nöbete olaysız bir şekilde çıkıp geri dönmekti ama olmadı...... Bütün bu güzel rüya, başarılı operasyon, silah kontrolü yapacak astsubaya 15 metre kala komutanın:
- İçkilimisin evladım ? sorusuna refleksif olarak verilen
- Evet komutanım ! cevabıyla kabusa dönüşmüştü........
Sonrasında güneş doğana kadar yapılan sorgu, tehditler, askeri hapishanede yatılacak 30 günün korkunç düşünceleriyle boğuşarak geçen saatler ve sabaha karşı;
- Siz efendi askerlersiniz, bir daha yapmayınız lütfen! cümlesiyle birlikte çöplükten çıkarılan votka şişesinin bize geri verilmesiyle üst mercilere bildirilmesi sonucu felakate dönüşebilecek bir olayın hafif sıyrıklarla atlatılması olarak olay zihinlerimize silinmeyecek bir şekilde kazınmıştı...
Tabi ki biz, daha doğrusu ben artık daha ne olabilir diye düşünüp bu kötü olaylar silsilesinden kurtulduğumu zannediyordum ki; Nöbet tuttuğum serin bir Amasya akşamında sigara aldırmak için silah arkadaşlarımın nöbetçi astsubay olan hatun kişiden habersiz dışarıya yolladıkları şahıs, ensesinde alayın en vahşi uzman çavuşlarından biriyle gelince henüz daha yaşayacağım maceraların olduğunu en derinimden sezmiştim.Üstüne üstlük bu arkadaşın üzerinden birde cep telefonu çıkmıştı ve bu müthiş olayı askeri gazino personeli olarak sabaha kadar şınav çekerek ve koşarak kutlamıştık.
Bu yaşadığım olayların sonuçları bana çarşı izinlerinin iptali ve yoğun bir nöbet mesaisi olarak geri dönmüşken bir kaç gün sonra askeri bir araç beni almak için askeri gazinoya gelmişti. Gelen komutan beni mahkemeye götürmek için geldiğini söylemiş ve beni derin bir şoka sokarak
-Hayırdır komutanım, bu seferde birinimi öldürmüşüm? şeklinde laubali bir soru sormama sebep olmuştu. Sebep asker kaçağı olarak geçen günlerimin devlet tarafından nasıl değerlendirileceğini belirleyecek olan bir mahkemeydi. Sanık kürsüye çıkmış ve
-Uzun dönem askermisiniz ? sorusuna
-Evet upuzun! şeklinde cevap vererek hakimi derinden etkilemeyi başarmıştı....
Artık başıma daha ne gelebilir diye merakla bekleyip, günlerin bana katacağı yeni tecrübeleri kucaklamaya hazırlanıyordum ertesi gün.
"İçkili yakalanmak" diye düşünüyordum. Bir sürü ceza nöbeti ve tantana
"Nöbetçiyken dışarıya kaçak adam salmak" diyordum. Belki bir mahkeme ve 4 gün ceza
"Pavyonda yakalanmak" belki bir süre dışarı çıkamama cezası
"Asker kaçağı olarak geçen günlerim" diyordum. Belki bir milyar civarı bir para cezası
Bunları düşünürken "yanlışlıkla çöp bidonuna bir arkadaşımı sokarken komutana yakalanmak. Paha biçilemez.........
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)